«Beşiktaş biiiiiirrrr, korner atıyor…»
Orxan Can
Orxan Can «Ayna»ya yazacaq indən belə. Futboldan yazacaq, onun, sadəcə, texniki tərəfindən, oyunun özündən deyil, həm də futbolu fəlsəfəylə, eşqlə, ədəbiyyatla bağlayaraq yazacaq. Çünki futbol elə həyatın özüdür, sevinc və üzüntüləri, hüzn və göz yaşları, məğlubiyyət və zəfərləri ilə. Futbolu Orxan kimi ədəbiyyatla sintez edən ikinci bir imza tanımıram.
Marmara Universitetinin jurnalistika fakültəsindən məzundur. Mətbuata Günaydın qəzetində idman müxbirliyi ilə gəlib. Kanal «D» və Show TV-də xəbər müdiri olaraq da çalışan Orxan Can daha sonralar Ufuk Güldemirlə Habertürk TV-ni quraraq, onun ilk Baş direktoru olub. 2008-ci ildən Hürriyet TV-nin müdiri və idman yazarıdır. Psixoloji savaşlardan bəhs edən iki kitabın müəllifidir.
Xəstə bir Beşiktaşlıdır. Buna baxmayaraq mənim — xəstə bir Qalatasaraylının 15 illik can dostudur Orxan Can. Onu zövqlə oxuyacağınıza ümid edirəm…
İbrahim Nəbioğlu
İstanbul
Beleştepenin hemen yan tarafından aşağıya doğru bakıyordum… Tarifsiz duyğular içindeydim. Sanki, bilinmeyen bir şey, beni orada, İnönünün hemen üstünde zorla tutuyordu. «Seyret» diyordu sanki! Seyret ve hatırla! Hiç bir şeyi unutmamıştım ki… Çünkü, gözümün önünden akıp giden, aynı zamanda, benim gençliğimdi… Belki de bu yüzden katmerli hisler içindeydim… Güneş batmaya hazırlanıyor, serin poyraz yüzüme «değiyordu»! Bedenim ılgıt-ılgıt titriyordu… Kalbim, gözlerimi hizaya çekmiş «Ağla» diyordu, «Ağla…»! Duyğularım da kalbimin esiriydi. Ama beynim, «Uyma sen kalbine, o duyğusal çocuktur. Sen sakın ağlama!» diyordu… «Mutlu ol, doyasıya sevin»? Tam o sırada, «Niye sevinecek ki.!?»,- diye sordu kalbim. «Çünkü, yıkılan bir stattan yeni bir stat doğacak. Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğacak bu stat, Beşiktaşlıya armağan olarak tabii…», — diye yanıt verdi beynim!
Evet, İnönüden geriye pek bir şey kalmamıştı! Adeta her yerini öbek-öbek yemişti dev makineler… Sahi, son kalan protokol ve Basın Tribünü yıkım balyozunu yemeye hazırlanıyordu. Sadece, «Eski Açık»ın taş duvarları kalacaktı ha! Eski Açık dedim de gittikmi şimdi o güzel gençlik yıllarına…
Serpilip büyüdüğümüz 76-lı yılların yatılı okul koridorları… Okuldan kaçıp soluğu aldığımız yer… Eski Açık! Öğrenciydik, genellikle de paramız olmazdı cebimizde. İkinci yarı başladıktan sonra İnönünün kapıları açılırdı çoğu zaman. İlk yarıyı seyr edemezdik, ama «Beleş» girerdik içeri… Maçın son 15-20 dakikası da olsa, gözlerimizle görürdük yeşil sahaların kahramanlarını. Yağmurluk nedir bilmezdik! Orada öğrenmiştik naylon torbadan YAĞMURLUK YAPMAYI!!! Yere atılmış gazete kağıdından da güneşlik yapmayı.!! Tribünlerde kin ve nefret yoktu. NÜKTE vardı, gönderme vardı, mizah vardı, kızdırma vardı! Dostluk vardı, dostluk!!!
Sahi siz, «Yassı pil» nedir bilir misiniz.!? El kadar radyolarımız vardı. Kalem pille çalışan… Pek de fiyakalıydı, transistorlü Radyo deyip geçmeyin… Bir önceki nesil radyolar açılana kara «Isınma turu» atarlardı. Bunlar ise hemen ses verirdi. Eski radyoya göre pek bir sosyetik sayılırdı. Amma, pillerin ömrü çok çabuk «nanay» olduğu için pil konulacak yerini kablolarını dışarı çıkartır, yerine «Yassı Pil» takardık…
E, hafta sonu, «Kaçamamışız» okuldan… Ne yapcan!? (Yapacaksın) Maçları radyodan dinleyeceksin… O zamanlar, sadece «Tırt» diye kısalttığımız TRT var! İşte bu «Tırıt»ın bir de radyosu vardı. O ne verirse, biz de onu mecburen dinlerdik… Düşünün ne haldeydik! Bizler o zamanlar olayları görmez hayal ederdik!
Misal, «Arkası Yarın» diye bir proqramları vardı. Skecin en güzel yerinde keser «Arkası Yarın» derlerdi. Derlerdi de, bi güzel de «kalay» yerlerdi radyo sakinlerinden(!) «Arkası Yarınmış».. Ulan, en güzel yerde şey ettiniz yani…
Neyse şimdi gelelim, TRT Radyonun Merkez Stüdyolarına.. Hani, o yıllarda 85 stüdyoları var da. Merkez olanı yani… O Merkez, maç oynanan statlara tek-tek bağlanır, skor alır ve azıcık maç anlattırırdı spikerlere! Biz de dinlerdik… Ha işte sıra İnönü Stadına gelirdi. Beşiktaşa da nedense Necati Karakaya denk gelirdi… Beşiktaşlı olduğu için ona verirlerdi bu görevi… Belki de kendi isterdi daha çok! Defans demezdi özellikle… «Bek» derdi. «Bek Orhan» gibi… Ya da Beşiktaşın sol «Haf»ı.!! Haf.. derdi!
Neyse. Tırıt, yani TRT «Merkez» şöyle derdi:»Evet, Beşiktaş- … maçının oynandığı İnönü Stadındayız, karşımızda Necati Karakaya var». Biz o sıra, kulaklarımızla vantuzlamışız ya sırtına Yassı Pil bağladığımız radyolara… Necati Karakaya şöyle yanıt verirdi:»Evet, İnönü Stadındayız, Beşiktaş «Biiiiiirrr…» derdi… O, «Beşiktaş biiiiiiirrrrrr»i o kadar uzatırdır ki, yatakhanedeki Beşiktaşlılar «Sevinç içinde yataklardan aşağıya atlardık… Ama Necati Karakaya ağabey devam ederdi: «Biiiiirrrrrrr, korner atıyor..». Biz yıkılmışız, yerlere atlamışız, ama Necati Abi.!! Yani korner içinmi «Biiiiiiiiirrrrrr» dedin, ya abi…
Tümceye bakar mısınız!?: «Beşiktaş biiiiiiiirrrrrrr, (Bu esnada biz qol diye yıkılıyoruz, Necati Karakaya devam ediyor) korner atıyor…». «Beşiktaş biiiiiirrrr, korner atıyor…».
Biz de sadece ses duyduğumuz için algılardık ki, «Beşiktaş 1 — rakip 0» diyecek!!!
Ah be dostlar, öyle geriye gittim ki… Selam olsun Necati Karakayaya… Selam olsun Halit Kıvanç Ağabeyimize… Selam olsun Orhan Ayhanlara…
Merak etmeyin, bu stat küllerinden yeniden doğacak… En Kalbi Muhabbetlerimle.. Ben CAN, Orhan Can…