Muəllif:

Dünya 10 bankın əsirimi?

Türkiyədə faiz lobbisi üzerine çeşitli cephelerden güzellemeler yapıldığı günlerde, dünyanın başka bir yerinde «Dünya 10 bankın əsirimi?» sorusuna cevap aranıyordu. Ancak bir farkla Türkiyədə «faiz lobbisi» diye diller pelesenk olan yaklaşım Avropada, mesala Almaniyada top yekun bankacılar, hassaten «finans lobbisi» şeklinde gündeme geliyor. Aynı durum Amerikada Lehman iflas etmesi sonrasında tek bir yatırım bankası iflas etmemiş, karı bunların hissedarları, patronları toplarken, zararları toplumlara yıkılmıştı.
Asıl tartışılan ise devletlerin, bankların karlarını ceplerine, zararlarını vatandaşa yükleyecek şekilde düzenlemelere kapı aralamış olmaları. Hatta bu düzenlemeleri gözden geçirip toplumun faydasına olacak şekilde yeniden ele alınmasına güçlü finans lobisi engel oluyormuş. Mevzuyu bir de şu açıdan bakın; Dünyanın en büyük 10 bankının iş hacmi, gayri safi küresel hasılanın yüzde 40-nı oluşturuyor. Bizdeki gibi çalakalem «faiz lobbisi» şeklinde değil de, entellektüel ekonomi çevrelerinin Almaniyada konu edip tartıştıkları «finans lobbisi»ne uzağa gitmeden Deutsche Bank örnek gösteriliyor. Bankın geçen yılki bilanço toplamı, Almanya milli gelirinin yüzde 84-nə ulaşmış. Deutsche Bankın bilançosundaki klasik kredi ticaretinin payı ise yüzde 20-ni geçmiyor olması aydın kesimi, üniversiteden hocaları, ekonomistleri telaşlandırıyor. Çünki bilançodaki aslan payını son derece riskli vadeli işlemleri de kapsayan yatırım bankacılığı alıyor.
Bankanın riskli kağıt ticareti sağlam bir temele dayanmaması, kredi açtığı ya da müşteri adına değil de kendi hesabına işlem yaptığında hissedarların parasını kullanmayıp, başka banklardan aldığı krediyi kullanıyor. Türkiyədə də İzmit Körfez Geçişi, Avrasya Tüp Geçit, Üçüncü Köprü gibi büyük projelere yurt dışından, yabancı banklardan finans bulanmadığında ne yapılıyor? Yerli banklara baskı yapılarak kredi vermeleri sağlanıyor. Onlar da kasalarından olmayan bu paraları gidip yurt dışındaki banklardan kredi alarak kapatıyor. «Faiz lobbisi» tekerlemesine bir de bu taraftan, finansman açısından bakılırsa, ülkenin geleceği için gerçekten iyi olacaktır. Zira Türkiyenin büyük projelerini riskli bularak ve fizibıl görmeyerek kredi vermeyen yabancıbanklar, o projeleri kredilendiren Türk banklarına nasıl paraveriyor? Türk bankları yabancının finansman sağlamadığı projeleri hangi kriterlere ve neye göre kredi açıyor.
Almaniyadaki tartışmayı dönersek; Deutsche Bankın öz sermaye oranı yüzde 2 civarında. Diğer bir ifadeyle bank yaptığı işin yüzde 2-ni zarar et seb atma noktasına gelecek. Bu sebeple Uluslararası Finans İstikrar Kurulu, Deutsche ile birlikte dünyanın en büyük 4 bankını en yüksek risk sınıfına dahil etmiş. Bu gerçeklerde hareketle bir çok ülke de bankların ödenmiş sermaye oranı artırılıyor. İsviçrede UBS ve Credit Suisse 6 yıl içinde ödenmiş sermaye oranı yüzde 19 çıkaracak. Türkiye bankacılık hadisenin bu tarafını atlattığını sana bilir, ama sizce başka tehlikeler yokmu? Amerikayı derinden sarsan finans krizinden sonra devletler yeni sendromla da karşılaştılar. «Batmasına izin verilmeyecek kadar büyük banksendro mu». Bu sebeple 2009 yılına kadar küresel bankacılık sektörünün ve ekonominin batmaması için 10 trilyon 500 milyon dollar para harcandı. Bu sendrom, serbest piyasa ekonomisinin, «her işletme aldığı riskten sorumludur» kuralının ihlal edilmesini beraberinde getirdi. Fatura başkalarına çıktı.
Köln Üniversitesi Ekonomi Politikaları Enstitüsü Direktörü Johan Eekhoff, hükümetlere şantaj yapa bileceğini bilen bankların hiç bir zaman yüksek karvaat eden, ama bir o kadar da riskli olanalım-satım işlerin en vaz geçmeyeceği görüşünde.
Profesör Max Otte ise finans sektörünün kolay yola gelmeyeceğini ve yasalarla spekülasyona çare bulunamayacağını şu gerekçelerle gündeme getiriyor: «Siyasi otorite bunların üstesinden gelemez. Çünkü bü yük finans piyasası aktörleriyle milyarderler ve finans lobbisi hükümetleri parmağında oynatıyor».

Звёзд: 1Звёзд: 2Звёзд: 3Звёзд: 4Звёзд: 5Звёзд: 6Звёзд: 7Звёзд: 8Звёзд: 9Звёзд: 10
Oxunma sayı: 204